İftira | Konular | Kitaplar

Bayan Ekşi'den skandal sözler!

Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi'nin Prof Eşi Aysel Ekşi, Cumhuriyet'teki yazısında skandal sözler sarfetti, ilginç iddialarda bulundu...

Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi'nin Prof eşi Aysel Ekşi, Ergenekon soruşturması kapsamında araştırılan Uğur Mumcu cinayetini İran'a yıkmak için Hürriyet'in konuşturduğu eski CIA ajanı Kahlili'nin açıklamalarını değerlendirdiği yazısında skandal sözler sarfetti.

Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun'un İran tarafından öldürüldüğünü savunan Ekşi, Türkiye'deki dini yaşantı konusundaki rahatsızlığına açığa vurdu. Ekşi, yeni camilerin yapılmasını Türkiye'nin giderek İran'daki gibi bir devrime yaklaştığı şeklinde yorumladı:

HER YERDE MANTAR GİBİ ARTAN CAMİLER!


"Biz bazı Türkler bu gerçeği ne zaman ve nasıl fark ettik? Kuşkusuz hepimiz her yerde mantar gibi artan camileri, Kuran kurslarını, tezgâhlardaki sayısız din kitaplarını, sokaklardaki örtülü kadın ve sakallı erkeklerin bolluğunu, örtünen kadınların “sohbet” adı altında eğitildiğini görüyorduk. Kısaca 1979 İran İslam devriminin İran’a getirdiği değişmelerin Türkiye’deki uzantılarını kaygıyla izliyorduk."

'KADINLAR PARA İÇİN ÖRTÜNÜYOR'


Aysel Ekşi, Türkiye'deki kadınların çoğunun inançları gereği değil para için örtündüğünü savundu...

İŞTE AYSEL EKŞİ'NİN CUMHURİYET'TEKİ O SKANDAL YAZISI:

Eski CIA Ajanının Açıklamaları...

Reza Kahlili takma adını kullanan eski CIA ajanının, casusluk yaptığı sürede İran’ın Türkiye’deki faaliyetlerini açıklaması, bizim okuduklarımızla örtüşüyor. Yazarın, “İran Türkiye’de onlarca suikast düzenledi, seküler Türk yazarlar bu operasyonlarda öldürüldü” sözü önemle üzerinde durulmaya değer.

Eski CIA ajanı Reza Kahlili’nin “İhanet Zamanı’’ adlı kitabı nisan ayında ABD’de yayımlanmış ve çok tartışma yaratmıştı. Sonunda pek çok eleştirmen içindeki bilgilerin doğruluğunu savunan kanıtlar ileri sürdüler. Son günlerde bizim gazetelerimizde bu CIA ajanının ağzından İran’ın Türkiye’deki faaliyetleri açıklanıyor.

Yazar, casusluk yaptığı bölümün Türkiye’de üç ana faaliyet alanı olduğunu yazıyor. Birincisi suikast ve bombalamalar, ikincisi adam kaçırma, üçüncüsü teşkilata yeni isimle kazandırmak ve Türkiye’yi diğer ülkelerdeki operasyonlar için bir üs olarak kullanmakmış. Yazar ekliyor: “Türkiye’deki laik kişilerin İran konusunda duydukları endişeler paranoya değildir.’’

Kitapta yazıldığına göre “İranlı ajanlar Türkiye’de onlarca suikast düzenledi. Seküler Türk yazarlar bu oprerasyonlarda öldürüldü”. Örneğin bizim bilgilerimize göre de Hüriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç’i İran bağlantılı İslami Hareket grubu öldürmüştür.

Bu CIA ajanının yazıları neyi açıklıyor?..

Biz Türk kadınlarını “laikçi” gibi küçültücü sıfatlarla anan ve alay edenlerin maskesini indiriyor. Türkiye’nin götürülmek istendiği tehlikeli yolun bilincinde olan ve işini gücünü bırakıp İran ya da Suudi Arabistan gibi bir şeriat devleti olmamak için çırpınan Türk kadınlarının haklı olduğunu gösteriyor.

Türkiye’deki uzantıları


Biz bazı Türkler bu gerçeği ne zaman ve nasıl fark ettik? Kuşkusuz hepimiz her yerde mantar gibi artan camileri, Kuran kurslarını, tezgâhlardaki sayısız din kitaplarını, sokaklardaki örtülü kadın ve sakallı erkeklerin bolluğunu, örtünen kadınların “sohbet” adı altında eğitildiğini görüyorduk. Kısaca 1979 İran İslam devriminin İran’a getirdiği değişmelerin Türkiye’deki uzantılarını kaygıyla izliyorduk.

Bu arada İran’da olanları yazdığı için İran dışında yaşayan İranlı aydın yazar Amir Taheri’nin, İran modelini açıklayan konuşmasını bir dost toplantısında dinlemiştim. Taheri şeriat hükümlerinin uygulanması amacıyla İran’ın özellikle Türkiye’ye ihraç etmek istediği rejime dikkatimizi çekiyordu.

Türk halkı neden görmüyor?

Ülkemizde olanları değerlendirmeye çalıştığımız günlerden birinde muayenehaneme İranlı zarif bir hanım geldi. Yaşamını ve problemini konuştuk. Ciddi bir depresyonu vardı, ilaçlarını yazdım. Reçeteyi çantasına itina ile yerleştirdikten sonra “Özür dilerim, şimdi benim kişisel meselem dışında sizinle başka bir şey konuşabilir miyim?” dedi. “Bakın ben İranlıyım. Kocam İran Şahı’nın yakını idi, bütün ailemiz Şah’la birlikte İran’dan kaçtık ve biz Kanada’ya yerleştik. İran’a dönmem mümkün değil , kendimi vatansız hissediyorum ve vatanımın havasını koklamak için ülkenize geliyorum” dedi. “Siz şimdi benim doktorumsunuz, ama siz bir Türk kadınısınız ve izninizle ben sizi uyarmak istiyorum. Türkiye’ye her gelişimde büyük üzüntü duyuyorum. Çünkü camilerin, Kuran kurslarının, din kitaplarının, örtünen kadın ve sakallı erkeklerin büyük hızla çoğalması aynen Humeyni öncesi İran’a benziyor. Şimdi sıranın Türkiye’ye geldiği ve aynı rejimin Türkiye’de kurulacağı söyleniyor. Türk halkı İran’da din adına insan hayatının ne hale geldiğini nasıl bilmiyor, Türk insanı bütün bu hazırlıkların arkasından nelerin getirileceğini nasıl görmüyor, neden tepki göstermiyor?..”

Bu İranlı hanım çok haklıydı. Sözlerinin doğru olduğunu biliyorduk, söylediklerinin farkında idik ama ne yapabileceğimizi bilmiyorduk. Bu sözler bende bardağı taşıran son damla oldu. Benim gibi duyarlı arkadaşlarımı aradım, bir araya geldik, bir süre ne yapabileceğimizi tartıştık, en doğru yolun bir dernek çatısı altında toplanmak olduğuna karar verdik ve 1989’da ‘Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurduk. ÇYDD olarak ilk çıkışımız, Türkiye’nin irtica tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu büyük bir imza kampanyasıyla duyurmak oldu. Bunu, akademik çevreden iş dünyasına, binlerce kadının katıldığı İstanbul Çağlayan Meydanı’ndaki ‘Laiklik Yürüyüşü’ izledi. Her fırsatta konuşmacılar çağırıp toplantılar düzenledik, Anıtkabir’e gittik, diğer sivil toplum kuruluşları ile birlikte toplumun dikkatini laiklik kavramına ve dinin siyasallaşması konusuna çekmeye çalıştık. Amir Taheri’nin konuşmasını küçük kitapçık halinde yayımladık ve olabildiği kadar çok kişiye ulaştırdık.

Ama kapanma üniversitelerimizde yaygınlaşıyordu. Kızlarımızın İslami yaşam tarzına nasıl hızla geçtiklerini görüyorduk. Derslere uzun pardösülerle giriyor, erkeklerin yanına oturmuyor, erkek öğretim üyelerinin yüzüne bakmadan ders dinliyordu. Eskiden çok yakın olan kız arkadaşları, kapanan arkadaşlarının kendilerinden uzaklaştığını ve artık hiçbir şey paylaşmadığını söylüyordu. Kuşkusuz inancı gereği kapananlar vardır , ama o yıllarda büyük bir kısmının parasal destek aldıklarından sınıf arkadaşları emindi. Daha önce bize her sıkıntısını açan ve sonra kapanan bazı öğrencilerden “Hocam sizinle konuşamam, çünkü bizi takip ederler” sözünü duymak çok acıydı ve çok şey anlatıyordu.

Sonuç

Bir ara bazı öğrencilerimiz fırsat buldukları anda derslere siyah çarşafla girmeyi denedi. Belli erkek öğrenciler de her koşulda kendilerini destekdi. Tıp fakültesinde 5’inci sınıf dersime siyah çarşaf, sadece gözlerini ve ağzını açıkta bırakan siyah peçe, siyah eldiven ile giren kız öğrenciye, “dekandan bir yazı getirirse derse girebileceğini’’ söylediğim zaman öğrenci küstah bir tavırla “Ben buraya sizin dersinizi dinlemeye geldim. Beni buradan çıkaramazsınız” cevabını verebilmişti.

O yıllarda Türkiye dışında yabancı yazarlardan bir kısmı, İran modeli şeriat hükümlerinin Türkiye’ye ihraç edilme amacını taşıdığını kitaplarında yazdılar. Ama Türkiye’de buna çok az insan inandı. Şimdi, Reza Kahlili takma adını kullanan eski CIA ajanının, casusluk yaptığı sürede İran’ın Türkiye’deki faaliyetlerini açıklaması, bizim okuduklarımızla örtüşüyor.

Yazarın, “İran Türkiye’de onlarca suikast düzenledi, seküler Türk yazarlar bu operasyonlarda öldürüldü” sözü önemle üzerinde durulmaya değer. Bu, büyük olasılıkla Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun’un acımasızca öldürülmelerine çok daha yakından ışık tutacaktır.

Konular